Kısa aralıklarla ayağa kalkıp derslikleri değiştirme dışında son doksan eziyet dolu dakika boyunca hep yerimde oturdum. Bacağıma bakıyorum, hareket ediyor. Harika, diyorum, yerimde duramıyorum! Dikkatimi toplayabilmek için her şeyi yapıyorum, dalıp gitmemek için vücudumu tuhaf pozisyonlara sokuyorum. Ama boşa çaba, bunu yaklaşık kırk beş dakika önce anlamıştım. Artık öğretmenin anlattıklarını dinleyemiyorum. Benden onlarca yaş küçük çocukların ne yaptığını anlamak için çevreme bakınıyorum.

Bir ortaokul sınıfındayım. Derse dikkatini vermekte zorlananan tek kişinin ben olmadığımı anlıyorum hemen. Çocukların yaklaşık yarısı olduğu yerde kıpırdanıp duruyor, diğer çocuklarsa ya tuhaf pozisyonlarda oturuyorlar ya da sıralarına yayılmış durumdalar. Bir çocuk birden ayağa kalkıp kalemini açmaya gidiyor. Birkaç dakika sonra bir başka çocuk elini kaldırıp tuvalete gitmek için izin istiyor. Aslında son yirmi dakika içinde en az üç çocuk tuvalete gitmişti. Zihinsel olarak bitmiş durumdayım ve gün daha yeni başladı. Bütün gün gözlem yapmak niyetindeydim ama bunu yapamayacağım. Öğle yemeğinden sonra oradan ayrılmaya karar veriyorum.

Bir gün bile altı saat yerimde oturmaya dayanamıyorum, her gün bunu yaptığımı düşünemiyorum bile. Bu çocuklar nasıl dayanabiliyorlar buna? Cevap belli; onlar da dayanamıyorlar. Vücutları böyle uzun süreler boyunca bir yerde oturmaya uygun değil. Aslında bu kadar uzun süre hareketsiz kalmak hiçbirimizin vücuduna göre değil. Bu hareketsizlik ve sürekli oturur durumda olmanın beden ve zihnimiz üzerinde tahrip edici etkileri bulunuyor. Vücutlarımızın doğal olmayan pozisyonlarda kalması ve hareket etmemesi sonucunda kaslarımız köreliyor, bağ dokularımız gergin olmamaları gereken noktalarda geriliyor ve duyu sistemlerimiz daha az gelişiyor.

Eğer sınıftakilerin çoğu kıpır kıpırsa, sadece düzgün oturabilmek ve dersi dinleyebilmek için bile çaba harcamak durumundaysa, bu, öğrencilerin hareket etmeye ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Aslında bunun sizin ne kadar iyi bir öğretmen olduğunuzla ilgisi yok. Eğer çocuklar gün boyu sıralarında oturup ders dinlemek zorunda kalırlarsa bir süre sonra beyinleri doğal olarak kendini kapatır, herkesin zamanı boşa harcanmış olur.

Peki öğretmenler hareket etmenin faydalarını bilmiyorlar mı? Hayır, pek çok öğretmen hareketin önemli olduğunu bilir. Pek çoğu da çocukları gün boyunca daha fazla harekete geçirememekten yakınır. “Çocukları sürekli bilgiyle doldurmamız bekleniyor” diyor bir ortaokul öğretmeni. “Bu delilik! Artık gelişimsel olarak doğru olduğunu bildiğimiz şekilde ders anlatamıyoruz.” Bir diğer öğretmen, “öğrencilerin geleceğini belirleyen testler yüzünden artık proje tabanlı öğrenme fırsatları bile uygulanabilir durumda değil.”

Öğretmenler, hem çocukların zarar görmesinden korkulduğu hem de yer ve zaman kısıtlaması olduğu için teneffüslerin kısaldığını açıklıyorlar. “Çok fazla öğrenci yaralanıyor” diyor bir öğretmen. “Veliler çocuklarının dizleri ya da dirsekleri sıyrıldığı için okulu arayıp şikâyet ediyorlar.” Çocukların bir şeyler atıştırma saatleri bile yok artık. Bu serbest zamanlar bile hemen kelime haznesi dersine dönüştürülmüş durumda.

Çocuklar yemek saatinde sıraya giriyorlar. Bir öğretmen bana, “Gelip şunu izle” diye sesleniyor. Çocuklar ikişer ikişer sıraya girmişler, öğretmenleri sessiz olmalarını söylüyor. Sessizlik sağlandıktan sonra birisi önde, diğeri en arkada iki öğretmen eşliğinde yemekhaneye gidiyorlar. Çocukların böyle yan yana, koridorda sessizce yürüdüklerini görünce insanın aklına ister istemez hapishaneler geliyor. Çocukların yemek boyunca da sessiz bir şekilde masalarında oturduklarını öğreniyorum. “Onlar için çok üzülüyorum” diyor öğretmenlerden biri. “Aslında o anda tamamen rahatlamaya çok hazırlar ama yine onlardan oturmaları ve sessiz durmaları isteniyor!”

Velilerin çoğu da teneffüslerin yetersizliğinden ve çocuklarının giderek daha az hareket etmesinden memnun değil. Bir anne, “Ortaokul öğrencileri, gün boyu pek çok teneffüsün olduğu ilkokuldan çıkıp geliyorlar. Bu çocuklar daha çok küçükler. Bir anda büyük bir değişim yaşıyorlar. Yeniden toplanabilmeleri için gün içinde bir molaya ihtiyaçları var.”

Bunları söyleyen veli, okul müdürü ve yöneticilerle konuşarak, öğrencilerin okulda daha fazla hareket etmesini sağlamalarını istedi. Sonuç? Öğle yemeğinden sonra okul binası etrafında beş on dakikalık bir yürüyüş. “Tam bir teneffüs sayılmaz ama en azından iyi bir başlangıç” diyor anne. “Bununla birlikte okulun hâlâ tüm çocukların daha uzun molalar vermesini ilke haline getirmesi gerektiğini düşünüyorum.”

Öğretmenlere, çocukların okuldan eve gittiklerinde ne yaptıklarını soruyorum. “Yüzde altmışının programları çok yoğun. Kalan yüzde kırkını evde karşılayan kimse olmadığı için istediklerini yapıyorlar ki bu da genellikle video oyunu oynamak oluyor” diyor bir öğretmen. “Çocukların çok azının eve gidip oyun oynamaya vakit bulduğunu söyleyebilirim.” Konuştuğum iki öğretmen de en fazla bir saatte tamamlanabilecek anlamlı ev ödevleri vermeye çalışıyor çünkü çocukların bütün günü okulda geçirdikten sonra evde rahatlamaya ihtiyaçları olduğunu biliyor.

Ortaokul öğrencilerinin bile oyun oynaması gerekiyor. Geçen yaz, TimberNook açık hava kamplarındaki öğretmenlerimizden birisi on iki yaşındaki kızı Sarah’ı kampa “yardımcı rehber” olarak getirdi. Sarah, yanında bir üniversite öğrencisiyle birlikte beş küçük çocuktan oluşan bir gruba rehberlik ettiği için çok heyecanlıydı. Daha önce sadece bir kampçıyken artık rehberdi. Ancak grup ormana dalıp oyunlar oynamaya başlayınca roller değişildi. Sarah yeni görevini ve rehber olduğunu tamamen unuttu, kendisini küçük çocuklarla oyun oynamaya kaptırdı. Sonrasında olanlar daha da dikkat çekiciydi.

Sarah bir kızılderili çadırının tepesine dayanmış bir kütüğe tırmandı. Alnında rengârenk tüylerle süslü bir maske vardı. Etrafına toplanan çocuklara, “Dinleyin” diye seslendi. “Rakip takımın saldırılarına hazır olmamız gerekiyor.” Acele etmeden tek tek çocukların gözlerinin içine baktı. Diğerlerinden daha iri bir çocuğa, “Sen baş komutansın” dedi. Sonra gruptaki en hızlı koşuculardan birisi olan Julie’ye döndü. “Sen de bizim baş casusumuz olacaksın.” Sarah böylece oyundaki her çocuğa bir görev vermişti.

Yaşı, dayanıklılığı ve zekâsı nedeniyle grubun doğal lideri olmuştu ve çocuklar onun kararlarına saygı duyuyorlardı. O da diğer çocuklar kadar kendini oyuna kaptırmıştı. Ertesi hafta yardımcı rehberlik görevini tamamen unutmuş durumdaydı, bunu sadece bir grup şarkısı söyleneceği ya da sabah toplantılarındaki ritüellerde hatırlıyordu. Bir kampçı olarak serbest oyun oynamanın keyfi, sorumluluk duygusuna ağır basmıştı. Sarah henüz bir çocuktu. Serbest oyun hakkından vazgeçmeye hazır değildi. Onu kim suçlayabilirdi ki?

Neden çocukların beşinci ya da altıncı sınıfa geldikten sonra artık oyuna ihtiyaçları olmayacağını düşünüyoruz? Onlar daha çocuk! Aslında biz yetişkinlerin bile oyun oynama fırsatlarından yararlanabileceğimizi düşünürüm hep. Herkesin rahat bir zaman geçirmeye ihtiyacı var. Vücutlarımızı hareket ettirmeye, gerçeklerden biraz uzaklaşıp yaratıcı olmaya ihtiyacımız var.

Ortaokul öğrencilerimiz için ne yapabiliriz? Eğitimpedia’da da yazılarına yer verdiğimiz bir ortaokul öğretmeni olan yazar Jessica Lahey şöyle diyor:

“Öğretmenler genellikle çocukları serbest bırakırlarsa onları bir daha toparlayamayacaklarından korkarlar. Yine de çocukları, bir şeyler öğrenebilmeleri için şart olan hareketlilikten mahrum bırakmamamız gerekiyor. Teneffüs ortaokul öğrencileri için her zaman yararlıdır! Ders verirken okulumuzun arkasındaki arazideki harika patikalardan çok yararlanırdık. İngilizce derslerimin çoğunu bu yürüyüşlerde yapardım. Öğrencilerime bir konu verir ve yürürken on dakika boyunca bu konu hakkında düşünmelerini isterdim. Sonra bir araya gelir, konuyu tartışırdık. Ardından başka bir konu atardım ortaya ve yeniden yürümeye başlardık.”

Jessica bunun şehirlerdeki okullar için de geçerli olduğunu söylüyor. Çocuklar müzelerde ya da parklarda yürüyüş yaparak etraflarını keşfedip bir şeyler öğrenebilirler. Bu sırada yanlarındaki defterlere not alarak çevrelerindeki dünyayı ve kültürü tanıyabilirler. Öğrenciler sadece derslerde, sıralarında oturarak öğrenmek zorunda değiller. Jessica bir defasında öğretmenlik yaptığı ortaokul öğrencilerinin ufak bir derenin üstündeki küçük köprünün üstüne çıkarak sırayla konuşma yaptıklarını anlattı. Bu projede öğrencilerin seslerin bütün sınıfa duyurabilmek için derenin sesini bastırmayı öğrenmeleri gerekmiş. Jessica, “Bu çok pratik bir dersti ve doğa çocuklara çok iyi geldi, topluluk karşısında konuşma konusunda hissettikleri gerginliklerini ortadan kaldırdı” diyor.

Okul kurallarının belirlenmesinde söz sahibi olan herkesin, en azından bir günü sınıfta oturarak geçirip çocuklardan istenen şeyin ne olduğunu bizzat yaşaması gerekiyor. Böylece neyin doğru, neyin yanlış olduğu konusunda daha iyi bir fikir sahibi olabilirler. Böylece belki de verdikleri kararların gerçek okullardaki gerçek çocuklar için ne anlama geldiğini düşünmeye başlarlar. Belki o zaman çocukların hareket etmeye, oyun oynamaya ve insan olarak saygı görmeye ihtiyaç duyduklarını fark etmeye başlarlar.

Ortaokul öğrencilerinin hareket etmeye ihtiyacı var. Herkes gibi!

Kaynak:http://www.egitimpedia.com/

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz